BİZE TAKILAN İSİMLER

Anadolu, Mezopotamya, İran coğrafyası ve Orta Doğu dünyada insanların topluluklar halinde yaşayıp, bir takım alet ve teknik icadlar bulup bu paralelde tarım devriminin oluşmasını sağlayan coğrafyadır. Bu gelişme süreci tek düze giden bir yol izlemeyip, korkuları, kaygıları sebep olan birçok bilinmeyen sorularıda beraberinde taşır.

İnsanların yaşadığı coğrafi koşullar yani dağlar, ırmaklar, göller gibi, yaşayan canlı türleri, iklim yapısı insanların giyim-kuşam ve geleneksel kültürünü ve inancını etkiler.Doğal yapıya karşı verdikleri mücadele ve icadlarında toplumun kültürel yapısının temeli atılır. Oluşturulan bu kültürel yapı üzerinde çoğalan insan toplulukları ile kültürel yapıda çoğalır ve farklı örf, töre, adetler ve geleneklerle devam eder.

Bu kültürel yapı üzerinde yaşamını sürdüren insanların zamanla düşünce yapısı ve inançlarıda değişmekteydi. İlk insanda günümüze kadar hala insanların merak ettiği ve çözümünü bulamadığı sorular vardır. Bu sorular;

Beni kim yarattı?

Ben neden yaratıldım?

Doğanın gücü karşısında zayıf kalan insanlar, bu güçten korkar. Korktuğu bu ortamda kendisinden güçlü, tanımadığı canlı ve cansız doğal yapıdaki varlıklardan korkar ve ona iyi davranışta bulunur. Zamanla bilinç altında yüzlerce kendini yaratan figürü oluşturur. Campbell, “Önce dünyayı yaptılar, yeraltıyla birlikte sonra da gökyüzünü, dünyayı canlı bir kadın biçimde yaptılar ve ona anne dediler. Gökyüzünü erkek biçiminde yaptılar, ona baba dediler. Erkeğin yüzü yere, kadının yüzü göğe dönüktü. Erkek babamız ve kadın annemizdir” (Campbell, 2006: 251)

O zamanki düşünme becerisine göre mantık geliştirip evrende görebildikleri varlıklara anlamlar yüklediler. Güneş, ay, yıldızlarla çeşitli metaforlar oluşturarak ilahlaştırdılar. Bu gök tanrıya hizmet ve ilgi, onlara astronomiye ve zaman kavramına sınırlar çizidirdi. Gökyüzü tanrıları gibi yer yüzünde ve yer altında tanrılar belirleyip bazı sembollerde simgeleştirdiler. Simgelerle ırmaklar, ağaçlar ve yapay kutsal dağ ‘kozmik dağ’, kozmolojiden ve mimarisinde kullanıldı

İnsanlar kendi bilinç dünyasında evren içerisinde varlık nedenini bilmedikleri ve anlamlandıramadıkları birçok doğal varlığı kutsamışlardır. Toplumların çoğalması ile yaygınlaşan bu inanç modeli çok tanrılı dinler (Pagan) olarak dünyada yaygınlaşmıştır. Bazı toplumlar yerleşik yaşamı tercih ederek tanrılar adına ziyaretler ve tapınaklar inşa edip, kurbanlar sunup ibadetini doğal şartlara uygun halde yerine getirmişler. Bazı toplulukların ise mevsimsel özelliklerin etkisiyle barınma ve beslenme gereksinimleri gereği göçer yaşamı tercih etmişler. Toplulukların toprağa bağlı olması veya göçer olması bazı kültürel farklılıkları oluşturur. Örneğin gök tanrı kültünden kaynaklı geliştirilen Şamanlık yaşama biçimini sürdüren topluluklar diğer tek tanrılı inançlara göre kültürel farklılığı ve farklı inanç algılama biçimini hala devam ettirmektedirler.

Sözü edilen değişimler, toplumun kültürel yaşam boyutunun ölçütlerine göre değişiklik arz ederler. Her toplumsal yapının bir kültürel örüntüsü vardır ve hayatın her alanını etkiler. Ayrıca bu örüntülerin temel taşları tabular, büyüler, kutsal mekanlar vardır. Bu temel taşlar ve direkler inancın formunu oluşturur ki dinlerin özüde kültürel yapının bir formundan

biçimlenirler. Dinler şartsız olanı doğru kabul ederek hayatın içereğini derin ilhamını oluşturarak, tümden gelim yoluyla elde edilir. Dini olan şeyler kültürün özel bir alanına çekilmiş olur. Kültür ise şartlı biçimlerde onların birliğine yönelerek, insanlığın kurucu unsurunu oluşturur.

Dünyada toplulukların yeri, dünya içerisindeki yerel kalmış inancın önemi, karşılıklı olarak birbirini etkileyen, besleyerek kategorileşmektedir. İnsan içerisine doğduğu aile ile oluşturduğu bireysel kimlik ve aileyi de dışında sarmalayan etnik kimliğimizin bağlı olduğu ve duygusal bağımızı oluşturan büyük grup kimliğimiz vardır.

Üretim ilişkilerin değişmesi, teknolojinin gelişmesi ile oluşan yeni sınıfsal kategoride başta kültürel yapı ve dinin denetimi olmak üzere hâkim sınıfın kontrolünde bulunur. On binlerce yıl Ana tanrıça kültüne bağlı olarak yaşamış topluluklardan uzun bir zaman diliminde kadın erkek eşitliği yaşanmışken, bu ilişki mülkiyet ve güç erkeklerin eline geçip ataerkil toplum yapısı oluştukça bu eşitlikte kadınların aleyhine bozulmuştur. Anayerli inançlardaki inanç sistemi değiştirilip, tek tanrılı inançlara dönüşmüştür.

Yaşanan kültürel birikim, birdenbire aniden oluşmamaktadır. İnsanoğlunun, insan olupta ölümlü olmasını anladıktan sonra gelecek nesillerin daha da rahat yaşaması için kendisine yüklenen kültürel mirası ve kendi oluşturdukları birikimi kendisinden sonraki nesillere bırakır. Bu bıraktıkları mülk, para, yazı, toprak, ahlak, inanç, din, oyun, alışkanlıklar vb. herşey olabilir. Bunlar yeni çağlarda bazıları geliştirilerek yeni bir boyut kazanır. Bazılarıda önemini yitirip kaybolurlar.

Yazılı bir mirası olmayan Aleviliğin, günümüzde yürütülmesi geleneksel sözlü kültür aracılığıyla bu güne taşınmıştır. Anayerli toplumun oluşturduğu kadın erkek eşitliği, ziyaret kültü, doğal yapıya olan bağlılığı ve ataerkil sınıflı, mülk eksenli toplumlar aşamasında eşitlikçi, paylaşımcılığı esas alan “Rıza Şehri” ütopyasını geliştirerek bu oluşturulmuş kültürel değerleri hiç kaybetmemiş. Ayrıca ataerkil toplum yapılanmasındaki tek tanrılı dini inançlarınıda takiye yaparak kabüllenmiş bir tarzda günümüze taşımışlar. Tarihsel belgelerin ışığında bakıldığında Aleviler kendilerine hiç isim takmamışlar, çünkü yaşamak kaygıları güttükleri için kendilerini sürekli gizlemişlerdir. Bugüne gelene kadar belli dönemlerde taraftar olmak, yandaş olmakla suçlanarak, küfür, hakaret ve aşağılama amaçlı isimler takmışlardır. Yeni ulus devletinin kurulması düşüncesi ve çalışmasına sevinen ve destekleyen Alevilerin kanaat önderi Cemalettin Çelebi Efendi yapmış olduğu bir konuşmada; Demek padişahlık kalkacak,sultanların kurmuş olduklarını söylediğiniz o resmi taassup binası yıkılacak, bizlerde artık rafıziler, kızılbaşlar, zındıklar diye hakarete uğramaktan kurtulacağız. Öyle mi?(Bardakçı. 1945:60)

Takılan lakap mahiyetindeki isimleri birçoğunu sahiplenip yaşatan alevilerin başlıca isimleri;

1- Işıkçılar: Anadolu ve Rumeli topraklarında yaşayan, Osmanlı döneminde başkaldırılarda bulunan veya kadı mahkemelerinde yargılanan insanlara hitaben söylenen bir sözcüktür. Bu sözcük ismini yukarıda bahsettiğimiz Anayerli dönemlerde güneş tanrısına dua eden, ateşe vegüneşe tapınan gruplara hitaben söylenir. Günümüzde Alevi köylerinde yaşlıların sabah ilk uyandıklarında güneşe karşı durup ona doğduğu için teşekkür mahiyetinde minnet duygularını belirtmesidir. Alevilikte Ocak, ateş kutsaldır. Ateş su dökülerek söndürülmez. Alevilkteki dört element olan Ateş, Toprak,

Su ve Hava’dan biridir. Işık, Nur güneşten kaynaklı gelen sözcüklerdir. Yani güneşi kutsayanlardır.

**Sümerlerden beri tarihsel olarak devam eden güneş tapınım duasına örnek; “İşte ben kral Muvatalli, Arinna şehri güneş tanrıçasının ve bütün tanrıların rahibi, gögün güneş tanrısına niyaz ediyorum: göğün güneşi, tanrım! Bugünkü duamda adlarını anacağım göğün, yerin, dağların, ırmakların tanrılarını, kuvvetli tahtlarından toplantıya çağır!..(Günaltay, 1987:218).

2- Rafiziler (Ar.). Başlangıçta Zeyd b. Ali’den ayrılan ilk İmâmîler’e, daha sonra bütün Şiî fırkaları ile Şiî unsurları taşıyan bazı bâtınî gruplarına verilen isim. (https://islamansiklopedisi.org.tr/). Osmanlı döneminde Alevi topluluğuna aşağılamak amaçlı sünni inanca mensup insanlarca ve yazarlarca hitap etme biçimlerinden biri.

3- Zındık: Tanrı’ya ahrete inanmayan kimse (Türk Dil Kurumu)

**Alemin kadim olduğunu ileri süren, Allahı yahut Allahın birliğini ve ahireti inkar ettiği halde inanmış gibi görünen kimseleri ifade eden bir terim(İslam Ansiklopedisi).

4- Kızılbaşlar: a) Eski dinî inançlarını ve geleneklerini kendilerine has bir İslâmî anlayışla birleştirip sürdüren Türkmenler’in bazı bâtınî-Şiî anlayışları benimsemesiyle ortaya çıkan terim, böyle bir dinî ve sosyal yapıya mensup kişi veya topluluk(islamansiklopedisi.org.tr).

b) Şeyh Safiyüddin İshak Erdebilî(1252- 1334 Erdebil), Safevi Tarikatı’nın kurucusu olan mutasavvıf ve şair olup, diğerlerinden farkındalık yaratmak için taraftarlarına kırmızı başlıklar giydirir. Şeyh Haydar (1460-1488), zamanında müritleri arasında birliği sağlamak için yeni bir kıyafet kabul etti. Bu kıyafetin en orijinal tarafı başa geçirilen serpuştu. Kırmızı renkte ve 12 dilimli olan bu serpuşun her diliminde On İki İmamların adları yazılı idi. Bu kırmızı serpuştan sonra Osmanlılar, Safevî Devleti’nin resmi dini haline dönüştürülen Safevî Türkmen Tarikâtı’namensûp olan Kızılbaşları ve onları destekleyen askerlere diğer unsurları nitelendirmek için “Kızılbaş” tabirini kullanmaya başladılar (wikipedia.org).

** Araştırmacı Baha Said bey yapmış olduğu araştırma sonucunda kızılbaş sözcüğü İranlı safevilerin isimlendirmeleri olarak saptar.Şah İsmail’in babası,Şeyh Haydar , bir anayasa kurmuştu;bağlıların başına kırmızı bir külah giydirdi. Safevi bağlıları, işte o zamanda beri “Kızılbaş” ünvanıyla yaşarlar. (Görkem.2006:292)

** Eski dinî inançlarını ve geleneklerini kendilerine has bir İslâmî anlayışla birleştirip sürdüren Türkmenler’in bazı bâtınî-Şiî anlayışları benimsemesiyle ortaya çıkan terim, böyle bir dinî ve sosyal yapıya mensup kişi veya topluluk. https://islamansiklopedisi.org.tr/kizilbas

** Kızılbaş bir başka anlam olarak, rivayet olarak anlatırsa da rivayet anlatısının dahi tarihi kaynaklarda anlatılmamaktadır. Yalnızca Alevilerin söylem dünyasında anlatılan ve sonrada uydurulan bir anlatım tarzı olarak;

Meselâ bir açıklamaya göre Hz. Ali, Hayber Kalesi’nin fethinde başına kırmızı sarık sarmış ve kızılbaş adıyla anılmıştır. Diğer bir açıklamaya göre ise Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber’i korumak için kendini siper eden Ebû Dücâne’nin başındaki sarık al kana boyandığından kendisi hakkında aynı isim kullanılmıştır. Başka bir açıklamaya göre de Sıffîn Savaşı’nda Hz. Ali, askerlerine Muâviye’nin askerlerinden ayırt edilmeleri için kırmızı sarık sardırmış ve bu olaydan sonra taraftarları kızılbaş diye anılmıştır.

Bu anlatılara tarihsel anlatılarda ve kayıtlarda rastlanmaz. Hikaye olarak Aleviler arasında gezen bir hikayedir.

5- Bektaşiler: XIII. yüzyılda Kalenderîlik içinde teşekküle başlayıp XV. yüzyılın sonlarında Hacı Bektâş-ı Velî an‘aneleri etrafında Anadolu’da ortaya çıkan bir tarikat. (islamansiklopedisi.org.tr).

* F.W Hasluck 19.yüzyılın sonlarından Hacı Bektaş dergahında yapmış olduğu incelemelerden esinlenerek değerlendirme yapan Fuad Köprülü’den aktaran Görkem;Hacı Bektaş’ın sağlığında kendi adına ya da kendisinden sonra yolu devam ettirenlerin Hacı Bektaş-ı Veli adına kurdukları bir vakıf yoktur. Fakat Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan Alevilerin büyük bir kısmı Sulucakarahöyükteki Alevi dergahına bağlılıklarını söylüyorlardı. Bunlar Anadolu ve Balkan topraklarında yaşamakta olan ciddi bir nüfus teşkil etmekteydi. Osmanlı bu insanları karşısına almaktansa onlardan yararlanmayı tercih etti. Osmanlı kurumsallaşmasını tamamlarken bu tür inanç merkezlerini vakıf olarak kendine bağladı. Ciddi bir gelir kaynağa sahip olan dergahın resmi yöneticileri sürekli Osmanlı sarayınca atanırdı. Osmanlı Hacı Bektaş tekkesi, daha önce [1914 öncesinden söz edilmektedir] etrafında Bektaşiliğe bağlı olan 362 köyle maddi gelir olarak desteklenmekteydi. Bu köylerin sayısı çeşitli nedenlerle giderek azalarak yirmi dörde düşmüştür. Tekkenin 60.000 Sterlin civarında geliri ‘Dede Baba’ ve ‘Çelebi’ gibi yolun kol önderleri tarafından bölünür. Dede Baba’nın, Hacı Bektaş’ın ruhani halefi olduğu iddia edilir. Arnavut ve Girit Bektaşileri Dede Baba mutlak otorite olarak görürler ve örneğin Şeyh tayininde onun onayını şart koşarlar. Yolun bu kolu tamamen Arnavutların elinde gibidir. Rahmetli Şeyh Feyzi (Faisi) Baba, Arnavutluktandı, hâlen iki önemli Şeyh adayı da Arnavutluktandır. Hacı Bektaş’ın mekânı olan dergah, zamanla onun adını alır. Taraftarlarını Bektaşi olarak adlandırıp, bir farklı tarikat olarak sünni topluma yakınlaştırılma algısı yaratırlar. İslami ritüelleri yerine getirmemek için nükteli sözler, fıkralar ve mizansel yaklaşımlarla kendilerini dış baskılara karşı korumaya çalışırlar.

6- Aleviler:

*Alevi: Hz. Ali’ye bağlı olan kimse (TDK).

**Alevi: Hz. Ali’ye bağlılık noktasında birleşen çeşitli dini ve siyasi gruplar için kullanılan bir terim (T.İslam ansiklopedisi).

16.yüzyılın iki imparatorluğun arasında kalan ve yok olmakla başbaşa kalan Aleviler, uzun yıllar takkiye yapmak zorunda kalmışlar. Bu topluluklar yaklaşık beş asır kendilerine Alevi dememişler ki 20.yüzyılın başında aşağıda isimlerini okuyacağınız devletin asimilasyoncu memurları tarafında seslendirilir ve algı yaratılır. Türk Dil Kurumu sözlükleri ve İslam sözlükleri 12 temmuz 1932 yılından sonra oluşturulması başlatıldı. Bu tarihten sonra yazılması ulus devlet yaratma projesine uygun bir tarihtir.

Safevilerin Şii ideolojisine uygun asimilasyon çalışması ve Osmanlının sünni asimilasyon dayatması arasında kalan Işıkçılar, Osmanlının yıkılmasıyla yeni uluslaşma sürecinde ulus -devlet yapılanmasında, önemsenen bir parçası yapılmak istenmiştir. İttihat ve Terakki fıkrası üyeleri, Talat Paşa, Fuad Köprülü, Ziya Gökalp ve Baha Said beylerin en çok üzerinde çalıştığı grup olur. Said Bey yaptığı araştırmalarından şu sonuca varır;Anadolu Türk Alevilerinin(Kızılbaş ve Bektaşilerinin)Şecerelerini incelerken bunları Ali’ye ve İmamiyeye bağlamak doğru olmayacağını(Görkem.2006:167)söyleyerek, ayrıca gayri sünni olan konar göçerleri, mezhepleri ve kapalı cemaatları Horasan Erenlerine bağlamak doğru değildir (Görkem.2006:63).Anadoluda Alevi toplulukları şu veya bu felsefi sistem veya mezheple ilgilisi adına araştırma yapmaktansa, onları olduğu gibi kabuletmek, daha gerçeğe uygun ve başarılı bir araştırma yöntemi olacaktır.(Görkem,2006:168). Fakat Talat ve Fuad Köprülü görüşleri baskın gelir ve Baha Said Beyde durumu kabullenir ve çalışmanın seyri “Türk- İslam Sentezi”yürütülmeye karar verilir. Devlet aklı bunu aşağıdaki gibi yorumlayarak, Işıkçıların 20.yüzyılın sonunda yeni bir kalıba koyup isim babası olurlar. Bütün bu akidecilerin İslam kisvesi ile tezyin edip akidelerinin de esasının hakiki islam unsurları ile birleştiğine iman ederler. İşte bu şartlar dahilinde topuna birden “Alevi” demek icap ediyor. Çünkü hepsinin de yeğane mercii “Resul-iAli İbni EbiTalib” dir. Durzi, Nusayri, Kızılbaş, Bektaşi… böyle diyor. Halbuki dini tarih bunu inkar ediyor (Görkem. 2006: 129). İslam din adamları bu görüşe karşıçıktığını belirten Said Bey, bugün Türkiye topraklarının üzerinde yaşayan ve geçmişte beşte dördü Alevi sayılan nüfus bugün sayıları daha da azalmıştır. Aşağılamak için bizlere konan bu tarihsel adları, Işıkçılar, Rafizi, Kızılbaş, Bektaşi, Tahtacı, Çepni, Abdallar, Arap Alevisi gibi adlarla anılan bu topluluğu hiç ayırmadan adlarını Alevi diyerek anacağız. Yaygın kabul gören Alevi sözcüğünün kaynak olarak türetildiği kelime Hz. Ali’ye bağlılık olarak yorumlanması görsel olarak doğrudur. Fakat yaratılan bu yorumsal ve mantıksal çıktı bizlerin objektif yaşam pratiğimize uymamaktadır. Kelime algısı ile yola çıkmak bizi doğru adrese götürmemektedir. Işıkçı denince ışık olmadığımız gibi, tahtacı denincede tahtadan gelmemekteyiz.

Son olarak lakap olarak takılan Alevi kelimesinin takılmasının nedenleri olarak Baha Said, 1915 yılından sonra sürekli yazdığı Türk Yurdu dergisinin çeşitli sayılarından kaleme aldığı makalelerinde öne çıkan sebepleri olarak şu sonuçların çıkarsamasını yapabiliriz;

1- Işıkçı, Kızılbaş, Bektaşi, Çepni, Tahtacı, Abdal vb. hepsini birleştirmek, tek kelime ile tanıtmak

2- Hz. Ali İsmine yakınlaştırarak, bir tarikat olarak değerlendirip, İslam şemsiyesi altında tutmak.

3- Bunları edebiyatı, sanatı, dilleri, folkloru ve zengin kültürü ile Türk-İslam sentezine bağlamak.

4- Okullarda eğitim yoluyla farklıları nötürleştirerek, zamanla aynılaştırmak.

5- Yazılı kaynakları olmayan (Bektaşilerin, Kızılbaşların, Işıkçıların) yüzyıl sonra bunu gerçek olarak inanmasını sağlamak.

Hz. Ali iyi bir müslüman savaşçı ve devlet adamıdır. İslamın beş şartını ve İmanın altı şartını harfi ile yerine getirdiğini kitaplardan öğreniyoruz. Ama hiçbir Alevi Hz. Ali’nin İslam ritüellerinden yaptıklarının birini yerine getirmez. Birden çok kadınla evlilik yapan Ali, Dede olarak kaç eşi ile posta oturabilir ya da hangi eşleri ile Musahip darında durabilir?

Genelde bizler için aşağılamak içinde olsa bu kelimeler kullanılmaktadır. Rafizi hariç bizim içimizde de kendini bunlardan birinden sayan insanlar vardır. Amacımız kim hangi kelimeyi tercih ederse etsin Alevi canların bilerek kullanmasını sağlamak için bunlara açıklık getirmek istedik.

Bu kelimelerin anlamını ve hangi tarihsel süreçte bizlere takıldığı ve ne amaçla kullanıldığına açıklık getirmek için yazma gereği duyduk. Aralarından fark görmeyip, hepisini tek kelime olarak Alevi sözcüğünü kulanacağız. Amacımız Hz.Ali’den kaynaklı gelen bir yola vurgu yapmak değil, yaygın bir kabul gördüğü için tercih ettik. Diğer yazılarımızda Kızılbaş, Bektaşi, Işıkçılar yerine Alevi sözcüğünü daha yaygın kullanacağız.

Aşk ile Canlar.

Kaynakça:

1- (Campbell, 2006: 251) 7- Campbell Joseph, ( 2006) İlkel Mitoloji, İmge Kitabevi, 3. Baskı.

2- Günaltan, Ord.Prof.M. Şemseddin, Anadolu(yakın Şark 2, Türk Tarih Kurumu basımevi, 2. baskı, Ankara

3- wikipedia.org/wiki/Safevî-Kızılbaş_tarihi

4- https://islamansiklopedisi.org.tr/

5- Görkem, İsmail(2006), Türkiyede Alevi- Bektaşi, Ahi ve Nusayri Zümreleri(Baha Said Bey), Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul

Bardakçı, Cemal(1945), Kızılbaşlık Nedir? Işık Basımevi, İstanbul
Türkçe Sözlük.https://sozluk.gov.tr/