Ozanlar, bilgelik, öngörüsü güçlü, kültür ve sanat taşıyıcısı ve türkü dokuyan isimleri ile adlandırılıp ciddi tarihsel misyona sahip olmuşlardır. Alevilik yolunun da sürdürülmesinde ve bugünlere gelmesinde bazı Dedeler kadar, Ozanlarımızın da emek verip, bedel ödedikleri bilinmektedir. Alevi yol ritüeli, ozan deyişleri ve sazla bütünleşmiş olarak yolun sürdürülmesine devam etmektedir. Alevilik, geçmişten beri sosyo- ekonomik ve dini yapılar içerisinde kendini yeniden güncelleyerek akışına devam etmektedir. Sürekli hâkim dinlerin ve ideolojilerin asimilasyonu altında kalsa da onlar gibi görünmüş ama onlar gibi hiç olmamıştır. Yok olma pahasına bu yolda direnerek yolunu korumuştur. Ozanların şiirlerinin satır aralarına yolun esaslarını saklayarak, geleneksel kültürel yapıyı hep canlı tutmuş ve devam ettirmiş kadim bir inançtır.

Bir yol, bir kültür asırlarca süren baskıya ve asimilasyon uygulamalarına kendi orijinalliğini ne kadar koruyabilir? Bu uygulamayı ozanlık geleneğinden daha çarpıcı olarak görebiliriz. Yazılı olarak taşınması zor olan, ses ve sazla kulaktan kulağa taşınmak zorunda kalan kültürün tamamı farklı farklı uygulamalara tabi tutulsa da tamamen orijinil yapısını taşımaktadır. 16. yüzyıldan sonra Sünni Osmanlı Devleti ve Şii Safevilerin baskısı aleviler üzerinde asimilasyon politikaları ve baskılar daha da artar. Esas olarak Şiilerin ve Sünnilerin dini görünen toprak gaspına Işıkçılar (Aleviler) sürekli kurban edilir. Osmanlı şeriata uygun olmadığı gerekçesiyle Şeyhülislam tarafından Şiir, deyiş, saz çalmak yasaklanır. Yalnızca Süleyman Çelebi ve İranda başlatılan Kerbela destanı anlatısı, ağıtlar ve Muhammedli, Ali’yi, ehl-beyti ve halifelere övgüleri işleyen şiirler ve edebi eserlere itiraz edilmeyip Osmanlı şeyhülislamınca cezai müyeddiyesi olmaz. Tamamen yok olmaktansa bunu bir fırsata çeviren Alevi ozanları ve pirleri nefeslerini Muhammed, Ali ve Ehl-beyt isimlerini kullanarak, Güneş yerine Muhammed’i, ay yerine de Ali’yi yerleştirerek eserlerini icra etmişlerdir. Beşyüz yıldır sürdürülen Kerbela, ehlibeyt, Ali ve Muhammedli, duaz-ı imamlar ve deyişler, Alevilerin bütün belleğini etkilemiş ve  bilinç altlarına yerleşmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed ve Hz. Ali gibi müslümanlığın önemli figürlerini dualarına, yeminlerine katıp şefaat bekler duruma getirildiler. Araştırma yapmadan bir korkudan kaynaklı edindiği bu algı, Platonun Devlet adlı eserinde yazdığı “Mağara Alegorisi”ne benzemektedir. Alevi ozanlar, Dedeler, talipler bu alegoride kopmakta zorlanmaktalar. Yazılı tarihi olmayan Aleviliğin araştırılması dahi taraflı yapıldığında, kendi gerçeklerini duyup ezberlerinin bozulmasını istememektedirler.

 

Alevi yolunda emek vermiş, mücadele etmiş bütün ozanlar bizler için çok kıymetlidir. Bu değerli ozanlarımızdan binlercesi Anadolu toprakları içerisinde, alevi kültürü içerisinde doğmuşlardır. Bunların içerisinden “yedi ulu ozan” günümüz Alevi kültürü içerisinde öne çıkarılmaktadır. Bunları kimin, ne zaman ve neden belirlediği konusu bilinmemektedir. Tarihsel süreç olarak 15.yüzyılda başlatılıp yaklaşık iki buçuk asırlık bir süreci kapsamaktadır. Birçok Alevilik çalışmalarında olduğu gibi bu konuda da tarih, yer ve gerekçelerini bilerek yazmamaktadırlar. Alevi toplumu içerisinde algı mühendisleri olarak çalışan bazı yazar ve araştırmacılar yolun arı ve duru akışını saçma sapan bilgilerle kirletmek amacını gütmektedirler. 15.yüzyılda başlatılan ulu ozanların öncesi hiç ozan yokmuş algısıyla hareket edilir.  Bu düşünce Hacı Bektaşın, Taptuk Emre’nin, Abdal Musa’nın ve daha nice yol önderi görmezden gelinerek, Alevi yolunun temel taşlarından biri olan Yunus Emre yok sayılır. Oysa bu yedi uluların hepsine alevilerin sevgisi ve saygısı vardır ama bunlar hepsi Alevi kültürünün yarattığı değerler değildirler. Bunların arasında yalnızca Pir Sultan Abdal ve Kul Himmet bizim yolun erlerindendir. Şah İsmail Şii inancının kurucu mimarlarından olup Şii’dir. Diğerlerinin birçoğu Hurufi inancına mensup olup, diğerleri Hanefi ya da Şiidirler.

Ozanlar, eserlerinde acıyı, kederi olduğu gibi sevgiyi, aşkı ve güzellikleri de işledikleri gibi, ahlaki kuralları, gönül temizliği ve olgun insan olma yolunu içeren alevi yol bilgilerini de eserlerinde işlemişlerdir. Bu nakış nakış seçkin kelimelerle ördükleri yol ağında canlar yol gıdasını almışlardır. Onun için ozanlara türkü dokuyan denir. Bozguncu alet olarak gösterilip Osmanlı döneminde yasaklanan saz, Cumhuriyetin 1940 yıllarında “Köy Entitüleri” müfredatına, gerici bir kültürün ürünü olarak gösterilip dahil edilmez. Asırlarca baskılara, cezalara rağmen bir yol sorumluluğuyla inadına ve canı pahasına sazını ve sözlerini taşırlar.

Ozanlar, sözleri ve sazı ile Alevi cemlerinde ibadetinin yarısı haline gelmiş ve yolun bir yarısını taşımışlardır. Bazı Ozanların Alevi kökenli olmayıp Alevi kültürü içerisinde pişmiş ve yolumuza ışık olmuş, Harabi Baba gibi ozanlarımız vardır. Artık onları bizim değerlerimiz olarak kabul ederiz. Ayrıca alevi yolunu kadın-erkek omuz omuza sürdüren canlar arasında  tesbit edebildiklerimiz bazı kadın ozanlarımız da vardır. Bunların sayıları az olmasına rağmen, kadın ozanlarımızın da isimlerini yazdık. Yola inandığı için sonradan aleviliğe geçmiş ozanların bazılarının isimlerini sizler için listeledik. Unuttuklarımız olabilir, bundan dolayı özür dileriz. Alevi mücadelesinde ciddi bedel ödemiş ve eserler vermiş öne çıkmış ozanlar hakkında az da olsa onları tanıtmaya çalıştık.

 Yunus Emre (XIII.yüzyıl) Anadolu

Konu ozan, aşk, sevgi ve Alevilik olursa ilk akla gelmesi gerekenlerin başında Hacı Bektaş ve onun can yoldaşı, dili olan Yunus Emre gelir. Yunus Emre bütün Alevi ozanlarının piri ve ilham kaynağıdır. Bütün ozanlarımızın eserlerinden Yunus Emre’nin yazım tarzı ve şiir temalarının kokusu sinmiştir. Osmanlı devleti döneminde Şeyhülislamca şiirlerinin söylenmesinin yasaklandığı ve bugün devletin adına vakıflar kurarak, Alevilerin elinden almaya çalıştığı Yunus Emre kimdir? Osmanlıda şeyhülislam fetvasıyla kafir ilan edilen, şiirleri yasaklanan ve bugün Alevilerce de kerhen sevilecek duruma Yunus nasıl getirildiye bakmalıyız.

Yunus Emre’nin yaşamı konusunda yeterince bilgi bulunmaz. Kaynakların bir çoğu Sivrihisar, Sarıköy,1238/40?-1320) yılları arasında yaşadığı tahmin edilir ve 1320 yılları dolayında Eskişehirde öldüğü tahmin edilir. Ölümünden yetmiş yıl sonra şiirlerinin toplandığı “Divan”ı ölümünden yetmiş yıl sonra düzenlenmiştir. Yunus Emre’nin etkisi ve sempatisi sonrası çok sayıda Yunus Emre adında başka şairler de olmuş. Şiirleri incelenerek, dil bilimi sonunda 357 şiirin onun olduğu konusunda fikir birliği oluşmuştur. Diğer Yunus’larında 310 şiiri saptanmıştır (Eyüboğlu.1997:172). Bu veriden yola çıkarak her Yunus mahlaslı şiir bizim Yunus’un olmadığıdır. Uzmanlar Yunus şiirlerininde büyük bir kısmının da tahrifat edildiğini belirtirler.

Yunus Emre, bazı yazarların belirtiği gibi sıradan, gariban bir köylü değil aksine Medrese eğitimi gördüğü, Arapça ve Fasça bildiği, İran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf ve tarihi incelediğini işlediği şiir temalarında anlamaktayız. Her insan gibi Yunus’ta evreni ve dünyayı tanımak, bilmek isteği ile kendince  anlamlı yaşanır bir dünya kurmak ister. Yunus, bilme ihtiyacını ilkçağ felsefecilerinden esinlendiğini şiirlerinde algılamaktayız. Ozanlık aklına, görüşlerine başvurulan bilge kişilikler geleneği olarak Anadolu coğrafyasının ilk geleneksel olgusudur. Anadolu bilgelerinin saptadığı, evrenin tamamında insanların da dahil olduğu varlıklar, su, od, yel, toprak elementlerinden oluştuğunu söyler. Ayrıca şiirlerinde düşünce, dil, duygu ve yaratıcılığı insanın inanış bütünselliğinde yansıtır. Bilgeler aracılığı ile gelişen felsefi yapıyı dergahından öğrendiği yol bilgisi ile birleştirerek mana olarak, düşünsel olarak, duygularını katarak şirlerinde sentezler. Aynı zamanda Yunus, Alevi ozanların piri olarak Hacı Bektaş’ında görüşlerini içeren düşünce yapısıyla Alevi yolunun temelini ilmik ilmik şiirlerinden örer. Ayrıca eserlerinde insanı merkeze alan anlayışla, varlığın birliği, doğru ahlak, alçak gönüllülüğü, erdemli olma, barışı ve ilahi aşk konularını işler. Tanrı salt istençtir, salt ustur, bilimin özü olarak geçmişle gelecek arasında sevgi bağı ile bir ilişki kurar. İnsan ancak sevgi yoluyla Hakk’a ulaşacağını anlatır. Sevgiyi, insanda birleştirici, bütünleştirici eğilim niteliğini taşıdığına vurgu yapar. (Eyüboğlu.1997:173). Yukarıda kısaca dünyaya bakış açısını belirttiğimiz Yunus Emre, kişiliğini şiirlerinin içerisinde yaptığımız çıkarsamalarla elde edilen sonuçtur.

Diğer tarafta Yunus Emre’nin ölümünden  yetmiş yıl sonra söylencelerin derlenmesi ile oluşturulan  Bektaşi Velayetnamesinde  öne çıkarılan Ozanı Fuad Köprülü şöyle anlatır; Anadoluda kuraklık bir dönemdir, insanlar zor durumdadırlar. O civarda rençberlik yapan fakir olan Yunus adında bir köylü vardı. Birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş Veli’den yardım istemek aklından geçti. Eşeğinin üzerine alıç yükleyip dergâha gitti. Pirin ayağına yüz sürerek hediyesini verip, ekmeklik biraz buğday istedi. Birkaç gün orada misafir kaldı. Yunus köyüne gitmek istiyordu. Dervişler pire Yunusun gitmek istediğini söylerler. Hacı Bektaş dervişlere sordurur; Yunus nasip mi ister yoksa buğday mı? Yunus buğday ister.

Hacı Bektaş; Alıcının her bir tanesi için sana nefes edeyim,

Yunus; ben buğday istiyorum.

Hacı Bektaş; senin bütün alıçlarının içinde bulunan çekirdekler sayısınca himmet edeyim.

Yunus; hayır. Ben yalnızca buğday istiyorum diye ısrar eder.

Hacı Bektaş, emreder ve Yunus’un istediği kadar buğday yüklerler hayvanlarına. Yunus dergâhtan ayrılıp, köyünün yolunu tutar. Yolda Hacı Bektaş’ın buğday yerine nefes vermesinin ısrarını düşünür ve hata yaptığını anlayıp tekrar dergâha döner. Hacı Bektaş’ın huzuruna çıkar ve hata yaptığını anlatır ve özür dileyerek himmet ister.

Hacı Bektaş; Yunus senin, kilidini biz Taptuk Emre’ye verdik. İster isen ona git der.

Yunus hemen oradan Taptuk Emre’nin yanına gider ve gelişmeleri anlatır. Taptuk onu odunculuğa tayin etti. Fedakâr Yunus kırk yıl hizmette bulunduğu halde eğri ve yaş odun getirdiği görülmemiştir. Bir gün erenler meclisi kurulur. Mecliste Taptuk Emre ve Yunus’ta bulunur. Ayrıca Yunus-ı Güyende adında tanınmış ilahici de vardı. Taptuk Güyende’ye “Şevkimiz var. Haydi sen de biraz terennüm et” der. Fakat ilahiciden hiç ses çıkmaz. Taptuk, oduncu Yunus’a dönerek;

Haydi artık zamanı geldi, kilidin açıld; Hacı Bektaş’nın sözü yerine geldi, durma söyle (Köprülü.2014:364). Duyum yoluyla kulaktan kulağa aktarılan ve bizim anlamamız gereken Hacı Bektaş Yunus Emre’yi Alevi-Bektaşi yolunda eğitmek üzere Taptuk Emre’ye sorumluluk verir. Yunusun öğretmeninin öğretmeni Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Yani Hacı Bektaş Alevi yolunun ve Yunus Emre’nin Mürşididir.

Vardığımız illeri

Şol safa gönülleri

Baba Taptuk manisin

Seçtuk elhamdülillah.

 

Taptuğun tapusuna

Kul olduk kapısına

Yunus miskin çiğ idik

Piştik elhamdülillah.

 

Geleneksel Alevi yolunun Yunus’un şiirleri dışında yazılmış kaynağı yoktur. Var olan Velayetnameler ve Makalat kitapları çok sonradan Alevi-Bektaşiler için efsanevi anlatılardan oluşmaktadır. Hacı Bektaş Dergâhı ve Taptuk Emre Derğahı ile Yunus Emre’nin ilişkilerinin rivayet olarak anlatılması, Yunus’un ocaklar ve dergâhta eğitilme serüveni anlatılmaktadır. Hacı Bektaş dergâhı, Taptuk Emre ve daha birçok Alevi-Bektaşi yoluna hizmet eden dergahlar vardır. Dergahlar ve Alevi Ocakları o çağlarda birer okul gibi görev yapmaktaydılar. Dergahlar, özel mülkiyeti olmayıp, vakıf statüsünde bulunan, paylaşım kültürü ile arınmış insan yetiştirme yerleridir. Dergahlar eskiden Anadolu’da var olan bilgelerin okullarında esinlenerek oluşturdukları muhtemeldir. Ocak ve Dergahlar birer okul olup, insani yaşamın geleceğine en uygun gereken bilimler öğretilirdi. Gök bilimi, doğa bilimi, felsefe, sanat ve ahlaki temel konuları ağırlıklı olurdu. Yunus Emre’de bu okullarda yetişen biridir.

Taptuk Emre’den Alevi öğretisini almayı isteyen Hacı Bektaş, dünya görüşlerini Yunus Emre kadar bilmez. Çünkü yolun ve Yunus’un mürşidi Hacı Bektaş‘tır. Hacı Bektaş’ın görüşlerinin kaynağını Kafkaslarda aramaktansa, Anadolu’da ve Yunus’ta aramak gerekir. Yunus Emrenin şiirlerindeki felsefi bakış, dünya görüşü, insan, doğa ve sevgi anlayışı, aynı zamanda dergahlarda öğretilen derslere uygundur. Yunus çizgisi aynı şekilde dergâh ve Hacı Bektaş çizgisinde ayrı düşünülemez. Bu dergahlarda yetişen Yunus eserlerinden anlattığı ve satır aralarına sıkıştırdığı Alevi yol bilgileridir. Baha Said Bey;” Yunus Emre kimden mülhem (esinlenmek) olursa olsun tasavvuf felsefesinde kabul ettiği fikirler, Hacı Bektaş’ın da fikirleriydi” (Görkem.2006:268), (Birdoğan.1995:104).  O dönemi yazanların ve anlatanların hiçbirinin anlatımı, Yunus Emrenin şiirlerinden anlattığı kadar Alevi yoluna yakın olmayacağı kesindir.

Alevi yolu Ocakların, Dergahların ve bunların genelinde çalışan emektar Pirler kadar, yolun taşınmasında Ozanlarımızın da emekleri vardır. Alevi-Bektaşi yol bilgileri olarak, o dönemin arılığına, özüne uygunluğuna, doğru bilgiye ve yolun felsefi boyutuna Yunus Emre şiirleri kaynaklık yapmalıdır. Onun için çoğu ozanların eserlerinin arasında kodlanmış bilgilerin olduğunu yolun gönül dostlarınca zamanla da olsa anlaşılacaktır. Yunus’un şiirlerinde iletilmek istenen kodları en iyi çözenlerden Eyüboğlu; Yunus hiçbir dine mensup, bir din adamı değildir. Bütün dinlerin ötesinde camilerin, kiliselerin dışında hele softaların, yobazların düpedüz karşısında kitapsız, tapınmasız, törensiz ve kıblesiz bir inancın adamıdır. Bu inancın tek kuralı, yasası, doğması sevgidir (Eyüboğlu.1975:26). Şeklinde kısa ve öz olarak ozanı tanımlar. Tarihsel verilere göre Yunus Emre, Alevi yolunun en önemli değerlerinden ve önderleri olan Hacı Bektaş ve Abdal Musa dönemleri arasında ve ikisini de tanıması gereklidir. O zaman bu iki yol eri ile tanışan, bilen ve Taptuk Emrenin ocağından yetişen Yunus’tan başka kimsenin, Alevi yolunu bildiği düşünülemez.

 

Tarihsel olarak kendini özgürce ifade edemeyen Alevilerin, yol bilgilerinin bir kısmını Ozanların eserlerinin satır aralarında saklanarak günümüze getirilmesi bilinen bir gerçekliktir. Onun dışında kulaktan kulağa aktarılan tarihsel bilgilerde mevcuttur. Örneğin Anadoluda Babai Türkmenlerin ağırlıklı olarak katıldığı, Hacı Bektaş-ı Veli’nin de bu isyana katıldığı, duyumsal ifadelerle yazılmıştır. Oysa Yunus Emre, 13.yüzyıldaki Babai ayaklanmasını daha yakın tarihsel süreçte duymuştur. Ayrıca 14.yüzyılın ilk çeyreğinde olan gelişmeleri yaşamış ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin alevi yolu için yaptıklarını en yakın tarihsel dönemin tanığı olmuştur. Kargaşa, kaos ortamında kıtlık baş gösterir. Böylesi bir ortamda dini gerekçelerle işgal, yağma ve talan dönemidir. Bu ortamda Alevilerin çok da güvenli bir durumda oldukları düşünülemez fakat elimizde Yunus Emre’nin bu döneme ait bizlere aktardığı bilgi yok. Ya da yazdıysa! Varsa da Alevilerin arşivlerinde mevcut değildir.

 

Dikkat edilirse Yunus Emre’nin şiirlerinde Muhammed, Hz. Ali, Ehl-i Beyt, On iki imamlar işlenmez. Yunus mahlaslı şiirlerden geçen varsa da sonradan uydurulan ve başka Yunus’larca yazılan şiirlerdir. Yunus Emre, Hz. Ali ve ehli-beytsiz şiir yazdığı için, Alevi-islamcı yazarlarının bir kısmı Yunus Emre’yi Alevi düşünce dünyasından uzak tutmaya çalışırlar. Işıkçılar (Aleviler) arasında kulaktan kulağa söylenip gelen Yunus şiirleri 16.yüzyıldan sonra bir kenara bırakılmış, çocuklara Yunus isim olarak verilmez olmuş. Hz. Ali ve Hz. Muhammed ve de Ehlibeyte yer verilmiş ayrıca müslüman isimleri de çocuklara verilmeye başlanmış. Bunun nedeni ise iki asimilasyoncu imparatorluğun baskıları ve dayatmalarının sonuçlarıdır. Ayrıca cem ritüelleri ve duazlar da değişikliğe uğrar. Yunus’un aşk, sevgi ve hoşgörü şiirlerinin yerine Alevilerin dillerinde, Kerbela ağıtları ve Hz. Ali’nin kahramanlık destanları dolaşması düşüncürüdür. Çünkü Alevilerin bilinen tarihin son yüzyılından bile onlarca katliamı kerbeladan daha acıdır. Anlatılmayan, yazılmayan, unutturulmaya çalışılan Yunus Emre alevi değilmiş algısı yaratılmıştır.

Yunus Emre’nin barış, sevgi ve hoşgörü temelinde insanlığa sağladığı katkılardan dolayı dünyada fark edilip, ödüle layık görülmesi ve devletin Yunus’un adını kullanarak yurtdışında kültür ve sanat faaliyeti sürdüren enstitüler açması sevindiricidir. Yurtdışına molla, Molla Gürani, Molla Fenari, Molla Hüsrev ve Şeyhülislam Ebussuud Efendi ile herhalde  barış, sevgi ve dostluk elini uzatıp, açılım yapamazlardı. Muhtemelen açılan bu kurumlarda ve ülke içerisinde özel programlarla anılan, sünnileştirilmiş bir Yunus Emre profili oluşturulmaktadır. Yani iki tane birbirinin karşıtı Yunus Emre oluşmaktadır. Birincisi Hacı Bektaş kültürü ile yoğrulmuş, Taptuk Emre’nin öğrencisi Alevi Yunus, diğeri fakir, ümmi, köylü, sünni olan Hakk aşığı miskin Yunus’tur. Toplum mühendisleri bizim Yunusun gölgesinde Avrupada bulunan Bektaşi tekkelerinde ve diğer kurumlarında  diğer yunusların islami propagandasına alet edilmektedir.

Bazı yazarlar Osmanlının Teokratik, Şeriat düzenini övmekle bitiremezler. Osmanlı kendi topraklarından şiirlerin nasıl öldürülme sebebi yapıldığını gösteren fetva kaynaklarını görmezden gelirler. (İstanbul Millet Kütüphanesi şeriyeno. 80’de kayıtlı Fetâvâ-yi Ebussuud adlı eserin 217a ve 217b’de kayıtlı bulunan bu fetva); alıntıda da belirterek aktaralım; Yunus Emre’nin kimi şiirlerini açıkça dinden çıkma (kufr-i sarih) saymış, okuyanların öldürülmelerinin şer’an mubah olduğu yolunda fetva vermiştir.

 Mesele: “Bir zaviyenin mescidinde eşhâs-ı muhtelife ile oğlanlar muhtelit olup envâıteganniyat ile tevhid ederler iken kelime-i tehvidi tağyir edip gâh dil men, gâh canmen ve gâh

Sen bir ulu sultansın

Canlar içinde cansın

Çün âyan gördüm seni

Pinhan kayusu değil

Deyüp ve gâh

Cennet cennet dedikleri

Bir ev ile birkaç hûri

İsteyene ver sen anı

Bana seni gerek seni

Deyü göğüslerini döğüp evzâ-ı garibe ettiklerinde ahâli-i mahalleden bazı kimesneler zâviye-i mezbûrede şeyh olan Zeyd’e;

– Bu makule evzâaniçünrâzı olursun? Dediklerinde, Zeyd:

– Ne lazım gelir? Ve mâhaleket-el cinnevel inse illa liyabudün demekle cevap verse şer’an Zeyd’e ne lazım gelir?

 El cevap: Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cennet hakkında söyledikleri kelime-i şeniaküfr-i sarihtir. Katilleri mubahtır, şeyhleri olan bi-din hikâyet olan ef’al ve akvâlmen’emubaşeret olunmazsa dahi ne lazım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o kabayihi ibadet kabilinden addedübâyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu itikattan rücu etmezse katilleri vâcib olur.”

 Hem batinem hem zahirem, hem evvelem hem ahirem.

Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.

Yoktur anda tercüman, andaki iş bana ayan.

Bin bir adı vardır bir adı da Yunus, ol sahibi Kur’an benem.

(Yunus Emre; Kültür Bakanlığı, 1275 Kültür eserleri 161, sayfa 361) (islam-tr.org)

Yunus’un şiirlerini okumak açıkça küfür (kafir) kabul edilir. Bu ve benzeri fetvaların verildiği bir ortamda tabii ki Yunus Emre sevilmez, ötelenir. Sahiplenen de bulunmaz. Örneğin iki asır evvel, Yunus Emre’yi kimse sahiplenemez ve taraftarı, seveni yoktu. Osmanlıdan sevilmesine, şiirlerinin dillendirilmesine izin verilmemesi, zamanla gelenekselleşir. Devletçe yasaklanan kültürel geleneği tabii ki alevilerin de yaklaşması ve sürdürebilmeleri düşünülemez. Çünkü Aleviler canını kurdardıklarına şükretmektedirler. Yalnızca duydukları şiirleri dillerinde taşıyıp, tekrar edilmeyince de belli bir süre unutulup gitmektedir. Alevi- Bektaşiler için çizilen alan ve izin verilen kahramanlarla sürdürmek zorunda kalırlar. Alevilerin kültürel faaliyetleri alanına İslam önderleri konur. Bu Şii safevilerin ve sünni Osmanlının Alevileri Müslümanlık şemsiyesi altında tutmak için, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve sülalesinin isimlerinin kullanmasına izin verilir. Bu asimilasyon çalışmasının uzun soluklu bir sürede sonuçları alınması hedeflenir. Yine aynı ortamda Hz. Ali’siz ve Hz. Muhammed’siz şiir ve deyiş söylenemez. Günümüzde Alevi kurumları ve kanaat önderleri Yunus gibi bir ereni gönlüne mihman etmiyorsa, sohbet odalarında Yunus yoksa, kurumlara resmini asmıyorsa, Dedeler dualarında anmıyorsa, zakirler sazıyla Yunus’u çağırmıyorsa, Alevi yazarları hakkında yazı yazıp gelecek nesil gençlere tanıtmıyorlarsa Alevilik yolu eksik ve doğru yürütülmemektedir.

Alevi yolunun en büyük erlerinden olan Yunus, hâkim ideolojinin eline bırakılarak eserlerinin içinin boşalmasına göz yumulmaktadır.  Şeriata aykırılıktan yasaklanan, halkının dilinden düşmeyen Yunus eserleri kelimeleri ve anlamları değiştirilip yeniden benzer tarzda yazılarak manipüle edilmektedir. Aşağılanan, cahillikle suçlanan Yunus’un Şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre ümmi (okuması yazması olmayan) bir ozan değildir. Aksine bilge bir yol önderidir.

Ol dost bana ümmi demiş

Hem adımı ümmi komuş

Dilim şeker, gövdem kamış

Bu söylenen nemdir benim.

Ümmi benem Yunus benem

Dokuz atam dört tür anam

Işkodına düşüp yanam

Sük-u bazar nemdir benim.

Tasavvuf düşüncesini işlerken, özgün bir yaratıcılık göstermesi eğitimli olduğunu kanıtlamaktadır. Yunus Emre’nin tasavvuf anlayışına insan-doğa merkezli bakar ve tanrıyı insanda arar. Mevlâna ile çağdaş olup tanıştıkları yazılır. Anlatılan rivayete göre Mevlâna birkaç ciltlik bir çalışma yapar. Bu çalışmayı Yunus Emre’nin okuyup değerlendirmesi için gönderir.  Yunus, Mevlananın çalışmalarını okur ve Mevlana’ya geri götürür. Mevlâna, Yunus’a, Nasıl buldun çalışmayı? diye Yunus’un görüşlerini sorar.

Yunus; Mevlâna boşuna emek vermiş, kendini yormuşsun, bu çalışmanın yerine;

Ete kemiğe büründüm

Yunus oldum göründüm… deseydin yeterliydi.

Anadolu’nun birçok yöresini, Azerbaycan’ı ve Şam’ı gezdi ve henüz siyasal birliğin kurulmadığı dönemde Anadolu’da tasavvuf düşüncesini, lirik ve içten şiirleriyle benimsettiği, kendisini Hak aşığı olarak kabul ettirdiği, geniş halk kitlelerince ermiş sayıldığı dilden dile günümüze kadar geldi. Birçok Halk Ozanı Yunus Emre mahlasıyla şiir yazdı. Yazdıkları şiirlerin büyük bir kısmı günümüzde Yunus’un düşünce yapısını ve felsefi yorumlarını çarpıtma amaçlı kullanılmaktadır. Çeşitli yerlerde, mezarı olduğu ileri sürülen “makam”ları olan,Yunus Emre günümüzde bile birleştirici özelliğini göstermektedir. Mezarının Sarıköy’de bulunduğu kabul edilerek burada bir Yunus Emre anıt-türbesi yapılmıştır.

İnsana gösterilen saygı ve sevgi Tanrı’ya gösterilmiş demektir.

Elif okuduk ötürü

Bazar eyledik götürü

Yaratılanı hoş gördük

Yaradanından ötürü.

Gönül kırmamak, hiç bir canlıyı incitmemek, gönül almak, büyüklük taslamamak hoşgörülü olmak, bilgili olmak, Yunus Emre’nin üzerinde durduğu başlıca konulardır. Herkes ayıbını ve kötülüğünü görebilmeli ve bunları düzeltmek için çaba göstermelidir.

Bir kez gönül yıktın ise

Bu kıldığın namaz değil.

Yetmiş iki millet dahi

Elin yüzün yumaz değil.

Elde tesbih, dilde dua, her şeyden elini ayağını çekmiş insanlara yakıştırılan dervişlik, sonraları ortaya çıkan bir sapmadır. Nitekim Yunus, bu softalara şiddetle karşı çıkmış ve şiirlerinde bunları sürekli yermiştir.

 

Dervişlik dedikleri

Hırka ile taç değil.

Gönlünü derviş eden

Hırkaya muhtaç değil.

 

Çeşmelerden bardağın

Doldurmadan kor isen

Bin yıl dahi beklesen

Kendi dolası değil.

 

Bunu diyerek bağnazlığı ve körü körüne kaderciliği, hakikat düşüncesiyle bağdaştırmamıştır. Yunus Emre, eldeki belgelerin incelenmesi sonucunda, bilgili olduğu, mal mülk sahibi olan bir aile içinde yetiştiği, Toroslarda yaşayan Kızılbaşların, Alevi-Bektaşilerin, Türkmenlerin O’nu “Hak Aşığı” olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır.

Şiirlerinde insanı yücelterek tanrı katına çıkarır ve yaradanın insandan olduğunu anlatır. Toplumun dirliğini düzenini kuran insan ve ayrıca senin kutsal diye bahsettiğin kitapları insanın daha doğru yazacağını dillendirir. Bu şiirleri duyan Mollalar, her alanda Yunus’u hedefe alırlar.

Evelbenem, ahir benem

Canlara can olan benem

Azıp yolda kalmışlara

Hızır meded eren benem

Halk içinde dirlik düzen

Dört kitabı doğru yazan

Ak üstüne kara dizen

O yazılan kur’anbenem

Yunus Emre’nin yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri varmış. Bu Molla Kasım’aYunus’un şiirlerini yazılı olarak getirmişler. Başlamış okumaya. Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıyormuş. Binlercesini yaktıktan sonra bazılarını da suya atmaya başlamış. Bir şiirde, Yunus:

Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme,

Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir.

Demiş ya Molla Kasım bunu görür görmez Yunus’a boyun eğmiş ve yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi saklamış.  

14.yüzyılda Hakk’a yürümüş Yunus Emre’ nin şiiirleri dilden dile sevenlerinin dilinde dolaşır. Geniş kitlelerin sahiplendiği Yunus Pir olarakta insanların gönlünü fetheder. Şeyhülislamlık makamı 15.yüzyılda Molla Fenari ile başlayan çeşitli sanat dallarına sınırlandırma ve yasaklar, çalgı, şiir, deyişlerin yasaklarına kadar gider. Yasaklardan en fazla nasibini alan Yunus’un şiirleri olur. Namaz kılmayan, oruç tutmayan ve hacca gitmeyenlerin aşağılandığı ve cezalandırıldığı ortamlarda Yunus;

Bir kez hacca vardın ise, bin kez gaza kıldın ise,

Bir kez gönül kırdın ise gerekse var yollardoku (Öztelli, 2006:144)……

Ozanlar, bilgeliği ile kendi toplumunun doğal kanaat önderidirler. Öngörüsü ile toplumu yönlendirirler. Bunu da yol aşkından, dolayı yaparlar. Aşkı olmayana din iman gerekmez diyen Yunus, din formalitelerini anlamadan bağlanmış sıfatların ham imanları yerine aşk imanını savunur.

Din ve millet sorarisen, aşıklara din ne hacet

Aşık kişi harap olur, aşık bilmez din diyanet…

Yaşadığı dönemin sosyo-ekonomik yapısı içerisinde yönetici grubun sömürü çarkını sürdürmesi için dine daha sıkı sarıldığını gören Yunus, dayatılan dini baskılarına karşı amansız bir mücadele yürütür. Yunus ve diğer yol eri ozanların çabalarını fark eden Osmanlı yönetimi, 16.yüzyılda Şeyhülislamlık makamı Ebusuud Efendi fetvalarıyla, daha da sert tutum alırlar. Engizisyon yargıcı olması nedeniyle, fetvaları kesin hüküm gerektirir ve uygulanır. Şeriat adına insanların canını almaya hiç tereddür edilmez.” Bir Konu eğer şeriata uymuyorsa o şey küfür (kafir) ve dinsizlik” olarak hüküm gerektirir. (Yıldırım. 2008:151). Bunlardan bazı suç olacaklar şöyle örnekleriz. Ramazan’da Oruç tutmamak, Namaz Kılmamak, Yezide ve diğer halifelere lanet okumak ve Yunus’un deyişlerini okumak gibi sayılabilinir.

 

Oruç, namaz, zekât, hac cürm-ü cinayetdurur,

Fakir bundan azattır hass-ı heves içinde (Öztelli, 2006:112)

 

Şeyhülislamın çizdiği dini sınırları içerisine Aşıklık geleneği sığmaz. Mistikler inanmayı yalnızca dar anlamda ibadet olarak düşünmezler. Sınırları oruç, zekât ve hac gibi ritüellerle sınırlandırmazlar. Sınlandırılan din anlayışı ve kutsal kitaplarla tanrıyı görmek, bilmek ve varlığın birliğine inanmanın mümkün olmayacağını savunur. Yürek temizliği, gönül temizliği ile aşkla yaradana giden yolun kapısı açılır.

 

Gökten inen dört kitabı günde bin kez okusan

Erenlere münkir isen, didar ırak senden yana (Öztelli, 2006:61)

Alevilik yolu, pirlerin ve mürşitlerin izniyle, toplumsal ihtiyaç için oluşturulmuş dergah ve ocaklar da birer okul görevi görmüşlerdir. Bir dergahta mürşidin eteğinden tutan kişi zamanla her türlü kötü nefislerden arınarak yola girer. Yunus’da, Pirlerin ve anaların emekleriyle İnsanın ham iken olgunlaşacağını dillendirir.

Kuru idük yaş olduk

Ayak idük baş olduk

Kanatlandık kuş olduk

Uçtuk elhamdülillah…

Yunus Emre’nin gençlik yılları, Hacı Bektaşı Veli’nin olgunluk dönemine rastlar. Yol önderi Hünkarı en iyi tanıyan ve en iyi anlatabilecek tek Alevi bilge Yunus Emre’dir. Hacı Bektaş-ı Veli ile Yunus Emre’nin buğday mı yoksa nasip mi diyaloğu sonrası, Nasip almasını gerektirecek bir işaret sorulur. Yunus’ta; Yeşil Perde ardında bir el çıkıp cümle erenlere nasip bağışlar. O elin aynısını gördüm der. Bir latif nurani bir yaşil ben var idi.  Yunus Hünkardan özür dilemesi, başından börkünü çıkarıp Hünkarın önüne koyarak dua alması ve gülbenk okutması Yunus’un nasibini bulduğunun ve Alevi yoluna girdiğinin Hacı Bektaşa bağlılığının emareleridir.

Hocam senin hikmetine

Kalam, ah dost deyi deyi

Aklım ermez kudretine

Benim, ah dost deyi, deyi…

Başka bir manzumesinde “Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat” dört bilge aşamalarını bireysel aklın ürünü olarak gören Yunus, bunlarla ilgilenmez. Bu dört kapının ilahi  bir yapıt olarak görülmesi ve kırk makamın icrasının hakikat diye tanıtılmasına itiraz ederek. Hakikati kendisi aramaya koyulur. Hakikat yolunda varlığın birliği ilkesine bağlı olarak, erdemli yaşam, akılcı düşünmek, sevgi, dostluk ve gerçekçi davranmakla gidileceğini söyler.

Nereye vardın ey akıl, bir ağızdan cümle dil

Cüz’iyyat-ı müselsil haber verir akl-ı kül.

Yalın akılla gerçeğin bulunamıyacağını, çünkü insan aklının yalancı bir okul olduğunu belirten Yunus, kollektif aklın yolu ile bilimsel gerçekler ışığından varlığın birliği fark edilebilir.

İlim hod göz icabıdır; dünya ahret hesabıdır

Kitap hod ışık kitabıdır, bu okunan varak nedir.

Yunus, hakikate ulaşmanın yolunu kâğıttan değil gönüllerden yazılı olduğuna dikkat çeker. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve Abdal Musa sürdürülen yolda olmayan dolaysıyla, Alevi yoluna ait olmayan, kaynak gösterilmeden “dört kapı, kırk makam” temel destur diye müslüman alimlerce Alevilere yakıştırılır. Geçmişte kaynak ve bilgi sıkıntısı çeken Alevi toplumu bu tür ilkelerin varlığını sonradan öğrendiklerinden kendi bilgilerinin eksikliği olarak düşünürler.  Alevilerin pratik yaşamında olmayan hangi dede hangi kapıda ve aşamadadırı kim tayin eder? Bilinmez.

Aleviliğe giydirilmiş bir elbise olarak görülmeli. İslam mühendisliği yapanlarca yazılı kaynağı olmayan Alevi geleneğine algı olacak bir kaynak yaratma çabasıdır. Bu tür şeylerle yaratılmak istenen bilgi kirliliği ve Alevi yolunun doğru kodlarından uzaklaştırıp, İslam’ın şii veya sünni inancının şemsiyesi altına çekmek. Zaten İran devleti ve ülkemiz yönetimi bu konuda mahir olup, ciddi mesafe katettiler.

Yunus inancını tasavvufi boyutu ile mistiksel aşkı, hakk sevgisini, bir coşku, kendinden geçme, kendini aşma hali olarak varlığın birliğine inanmış, ermişlerin mertebesine ulaşma sürecini, sezgisel okul olarak yorumlar. Bilgi aşamalarına göre statülere ayıran Yunus, pratik yaşamda ise yola yapılacak emekle ünvanlandırır. Kendisinin yola verdiği emek sonrası Taptuk Emre’nin sınavından geçtiği gibi her aşamasını sınavla geçen talip en son aşamada ancak hakikate erişebilir. Hakikate eren kişi olgunluğa erişmiş olarak hakkla hakk olur. Aleviliğin Hakk sevgisi, doğal erdemler, ortak yaşam, eşitli toplum, temiz ve ahlaklı toplum projesine insanları hazırlayan, kültürel yol olarak sürdüren Yunus Emre, Alevilerin toplumsal yapının iç dinamikleri ve ilişkiler içerisinde sosyal statüsü olarak yansımasının aşamalarını felsefi sıralama yapar;   

  • Arınma evresi; bu evre tasavvufi boyutuyla dünyanın haz ve tutkularında kurtulmaya çalışmasıdır. Bu tutkulardan kurtulma ancak yola girmekle başlar. Alevi ütopyasında mevcut olan “Rıza Şehri” veya temiz toplum projesine insan hazırlama aşaması da denilebilir. Toplusal ilişkilerinde ise, Alevi yoluna girmeye karar verme, musahip olma, talip olma sürecidir.

Ey dost aşkın denizine

Girem, garkolam yürüyem.

İki cihan meydan ola

Devranım sürem yürüyem…

  • Nurlanma evresi; Tassavvufi olarak, bu evreye vicdanlı, adil davranışı ile tanrısal inayeti kazanmak için yol ritüellerini dualarla, temennilerle ve yolu sürdürmeye başlayan bir Hakk aşığı olma aşamasıdır. Alevi toplum ilişkilerinde sosyal yansıması ise rehberlik olup, Alevi yolunu ve toplumunu bilen toplumun kanaat önderliğine aday olma düzeyidir. Kanaat önderliği başta talipler olmak üzere genel toplumun rızalığı ile elde edilecek süreçtir. Yolun gereklerini ve ritüellerini yerine getirmeye çalışan talip ile üst hiyarerşik yapı arası ilişkilerde köprü olabilecek kişiliktir.

Yol odur ki doğru vara

Göz odur ki hakk’ı göre

Er odur alçakta dura

Yüceden bakan göz değil

Doğru yola gittim ise

Er eteğin tuttum ise

Bir hayır da ettim ise

Birine bindir, az değil

  • Birleşme evresi; gelen talip, bütün varlıklarla ve tanrıyı kendi içinde, kendi nefsiyle özdeşmiş gibi algılar, cezbe, esrime ve mistik sanrılar içerisinde hayallerini çoğaltır. Bireysel iradeye bağlı olarak bu durum kendi başına varlığın birlik şuuruna ermek için yeterli yaygın olan bir deyimle “Pir uçmaz, Talip uçurur” toplumsal iradeyi hakka bağlayan pir kapısıdır. Yolu bilen, taliplerce rehber olma durumuna getirilen canlar tarafından seçilirler. Bu kapı hakikata giden son aşamadır.

İşitin ey erenler

Aşk bir güneşe benzer,

Aşkı olmayan gönül

 Bir kara taşa benzer…

Bu konumda Alevi toplumsal yapı içerisinde sürdürülen Pir kapısıdır. Pir alevi yolunu öğreten, uygulayan dertliye derman, hastalara şifa verendir. Ayrıca doğum ve evlilikleri kutsar ve aramızda ayrılan canların, Hakka yürütme, sırlama sürecini yürütür ve hakka yürüyen can adına rızalık alır, helallik verir. Toplumsal ilişkilerin haksızlığı gideren barışı ve kardeşliği sağlayandır.

Evvel benem ahir benem

Canlara can olan benem

Azıp yolda kalmışlara

Hızır medet eren benem

 

Halk içinde dirlik düzen

Dört kitabı doğru yazan

Ak üstüne kara dizen

O yazılan kur’an benem

 

4-Hakikat evresi; Hakk’la hakk olma, Bağlı olduğu yolun aşkın yeğinliğine orantılı olarak Hakk’ın lütuf ve inayet ihsanına nail olması gerekir ki bu da kağıtlardan olmayıp gönüllere kazınandır.

 

“İlim okumaktan gerek, kişi kendin bilmektir

  Pes kendini bilmezsen, bir hayvandan betersin”.

 

Alevi toplumsal yapısı içerisinde hakikat kapısı herkesin erişmek istediği bir ulu kapıdır.  Bu kapı Alevi yol statüsünde Mürşit makamı ile isimlendirilir. Bu kapı alevi yoluna yaptığı hizmetlerden başarıyla geçmiş, bütün taliplerin, rehberlerin ve pirlerin tercihi ile seçilen bir makamdır. Onun için bütün yolun nasıl gitmesi gerekliliği ve yolun devlete, hükümete karşı temsiliyet hakkına sahiptir.

Aşkından yanar yüreğim

Yandığım bana hoş gelir,

Hakk’ı gerçek sevenlere

Cümle alem kardaş gelir…(Öztelli.2006:49),

Birçok araştırmacı ve yazar tarafında kaleme alınan Yunus Emre şiirleri Alevi toplumu tarafında fazla da bilinmez. Unesco’ nun evrensel öneme sahip, sevgi, barış, dostluk ve kardeşliğe verdiği önemle öne çıkan Yunus Emre’yi düzenli olarak yapacağı anma ve kutlama yıl dönümleri arasına aldı. 1991 yılında Yunus Emre’nin 700. doğum yılını “Sevgi Yılı” ilan ettiler. Geleneksel Alevi kültürü içerisinde doğmuş, o kültürle şekillenip, eserler verip, yol sürdürmüş bir yol erindir, Yunus. Alevi yol Hünkarı Hacı bektaşın kurdurduğu dergahlarda yetişir, Hünkarı en iyi bileni olmuş Yunus, dünyanın verdiği önemi Alevilerin vermemesi çok üzücü ve düşünülmesi gereken bir durumdur. İnsanlığa vermiş olduğu eserlerle dünya uluslarının gönlünü kazanmış ve sevgiyle anılan Yunus Emre, Alevilerce anılmaması olgusu, alevilerin kendi gerçeklerinden ne kadar uzaklaştıklarının ve bilgi kirliliği içerisinde kurtulamadıklarının bir belirtisidir.

Haklımızın gönlünde sürekli yaşatılan Yunus Emre, eserleri ile Ozanların yaşadığını bütün dünyaya göstermiştir. Yunus’un kendi beyti ile konuyu bitirelim;

Aşık öldü diye sala verirler

Ölen hayvan olur, aşıklar ölmez.

Aşk ile Canlar

Kaynakça:

  • Öztelli, Cahit(2006), Yunus Emre, Özgür yayınları,ddkuzuncu basım :Ocak 2006. İstanbul
  • AHEV (2021), Bizim Yunus, AHEV araştırma ve yayın kurulu, Londra
  • Eyüboğlu, Sabahattin (1975), Yunus Emre, Cem Yayınları, İstanbul
  • Birdoğan, Nejat (1995), İttahat-Terakki’nin Alevilik Bektaşilik araştırması, Berfin yayınları, İstanbul, 2. basım
  • Görkem, İsmail (2006), Türkiye’de Alevi- Bektaşi, Ahi ve Nusayri Zümreleri (Baha Said Bey), Kitabevi, 2. basım Mayıs 2006, İstanbul  
  • Yıldırım, Ali(2008), Osmanlı Enginasyonu(Zulmün Tarihi), Kalkedon, Temmuz 2008
  • Eyüboğlu, İsmet Zeki (1997), tasavvuf Tarikatlar, Mezhepler tarihi, Der Yayınları, İstanbul
  • Köprülü, M. Fuad (2014), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Alfa Yayınları, 1. Basım İstanbul
  • https://islam-tr.org/konu/seyhulislam-ebus-suud-efendinin-yunus-emrenin-siirine-kufur-fetvasi.22769/..22Aralık 2011
  • Çetinoğlu, Oğuz (2021), Ahi Evran, Ahilik, Bilgeoğuz yayınları, İstanbul